SON DAKİKA
Hava Durumu

ASABİYET…

Yazının Giriş Tarihi: 03.02.2025 12:43
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.02.2025 12:44

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisine göre asabiyet teriminin karşılığı; aynı soydan gelenlerin veya bir başka sebeple aralarında yakınlık bulunanların muhaliflere karşı birlikte hareket etmelerini sağlayan dayanışma duygusu, olarak tanımlanmıştır. Aynı kaynağa göre İbn Haldûn’un asabiyet görüşü ise, en iptidai şekliyle, beşerin tabiatında bulunan zulüm ve düşmanlık temayüllerine karşı yine aynı tabiattan gelen akraba vb. yakınlara acıma duygusunun doğurduğu yardımlaşma ve dayanışma eğilimi olarak tanımlanır.
Coğrafya kaderdir…
Tarih ve sosyolojik tahlilleriyle döneminde çığır açarak günümüze ışık tutan İbn Haldûn; Ünlü Mukaddime’sinde coğrafyanın toplumlar üzerindeki etkisini analiz etmiş, coğrafyayı bir başlangıç noktası olarak tespitlemiştir. O’ na göre toplumlar ve toplumu meydana getiren insanlar yaşadıkları çevre ile şartlarına uyum sağlamak zorundadır. Bu uyum mecburiyeti yaşam biçimini ve nihayetinde toplumsal kültürü oluşturur. Bunun içerisinde yönetim biçimi, ahlaksal kurallar ve değerler de yer alır. Bugün ki Ege bölgemiz insanın çok çeşitli otlardan yemek üretmesi, doğu ve güneydoğu insanının da et merkezli beslenmesi tesadüf mü acaba!
Tarihi kayıtlar İbn Haldun’ un Mukaddime’yi 1377'de Cezayir'de İbn Selame Kalesi'nde beş ayda yazdığını not ediyor. Bu eserden 371 yıl sonra Fransız siyaset filozofu Montesquieu (1689-1755) Kanunların Ruhu adlı eserini 1748 yılında yirmi yıllık bir çalışma sonucunda yayınlıyor ve Katolik Kilisesi 1751 yılında bu eseri yasaklıyor. Bu iki eseri neden yazdığımı merak ediyorsanız sadece bir kelimeyle izah edebilirim. İki farklı inancın içinden çıkmış ve aralarında yaklaşık 400 yıl gibi bir zaman farkı olan iki düşünürün ortak paydası “asabiyet” anlayışıdır.
Haldun asabiyet kavramıyla; toplumları başlangıçta ortak amaç ve dayanışma anlayışının bir araya getirdiğini, zenginleşen, refahı artarak güçlenen toplumda dayanışma duygusunun azalacağını ve bireysel çıkarların ön plana çıkacağını söyler. Ve herkesin kendi çıkarı için hareket ettiği toplumların doğal olarak dağılıp, çökeceğini öne sürer.
Montesquieu; kanunların ve yönetim biçimlerinin sadece coğrafi şartlarla değil aynı zamanda gelenekler, din, ticaret ve tarihsel deneyimlerle şekillendiğini ifade eder. Ve insan iradesinin bu unsurları bir araya getirerek toplumun geleceğini tayin edebileceğini vurgular. Toplumların çöküş sürecinde sadece dış etkenlerin etkili olmadığını, içsel yozlaşmanın da bu sürecin bir parçası olduğunu öne sürer. İşte tam da burada aralarında yüzyıllar olan bu iki düşünür aynı noktada, aynı şeyi işaret ederler. Toplumdaki içsel yozlaşma… Öyle ki bu yozlaşma dış etkenlerle birleştiğinde toplumların yıkılmasına yol açar.
Sevgili dostlar…
İki düşünür de toplumların ayakta kalma ve çöküş sebeplerini kendilerine göre açıklayıp birtakım koşullarla temellendirmektedir. Görülüyor ki Montesquieu’nun güçler ayrılığı ilkesi bu yozlaşmanın önündeki en büyük engel ve çözüm olarak kendisini parlatıyor. İnsan doğası gereği zayıftır. Bu zayıflığın kullanılarak sadece bir gücün topluma egemen olması toplumdaki dengeyi bozacak, toplumdaki güvenlik mekanizmasını ortadan kaldıracaktır.
Tarih bize gösteriyor ki yasama, yürütme ve yargı güçlerinin dengeli olması toplumdaki ortak paydanın, adaletin ve dayanışmanın devamı için en büyük neden olarak ortaya çıkmıştır. Geçmişimiz bu döngülerle doludur. Ancak her yeniden başlangıç için geçmiş hataların verdiği dersin iyi çalışılması gerekmektedir. Zira daha adil ve sürdürülebilir bir toplum düzeni kurmak için, tarihin ruhunu iyi anlamak gerekiyor. Tarihsel süreç göstermiştir ki toplumların kaderi içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve kültürel şartlara bağlıdır. Bu şartların gereği olarak yapılmış kanunlar ve kurumlar toplumun istikrarını sağlamak için bir çerçeve sunar. Ancak temel değerlerden yoksun, erdemlerden uzak insan iradesinin meydana getirdiği kanunlar içi boş kabuktur. Dolayısıyla Montesquieu’ nun kanunların ruhu dediği şey sadece metinlerde yazılı olan kuralları değil aynı zamanda bu kuralların toplumun değerleriyle uyumunu ifade eder.
Velhasıl…
Gelecek geçmişten aldığımız derslerle şekillenir. Asabiyet duygusunun toplumda oluşabilmesi için ortak amaç ve ortak kimlik şart gibi gözükmektedir. Bunun için de eğitim, ahlak ve adaletin evrensel manada tesis edilmesi gerekmektedir. Adalet bir toplumdaki en sağlam direktir. Adaletsiz kanunlar tiranlığa hizmet eder. Ve toplumun dokusu, ekonomik ve sosyal eşitliğin bozunumu bu şekilde daha kolay olur. Yani içsel çürüme kanunlarla engellenemez!
Afet ve acil durumlarla ilgili ülkemizde kanuni düzenleme açısından bir eksiklik yoktur diye düşünüyorum. Bizdeki sorun uygulama ve koordinasyondaki karmaşanın çözülmesi önündeki samimiyetsizlik engelidir. Mevcut kanunları eşit şekilde uygulamayan, dost ahbap çavuş ilişkileriyle sistemi yürüten, partizanlık, hemşericilik ile denetimsiz, kontrolsüz ve kuralsız yaşam algımız bize daha çok afet üretecektir.
Toplumu bir aile kabul eden İbn Haldun’ un asabiyeti, Montesquieu’ nun güçler ayrılığı ve TÜRK VATANDAŞI NEDEN KAÇAK BİNA YAPAR? çalıştayında görüşebilmek ümidi, afetsiz günler dileğiyle…

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    logo
    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.