İnsan ömrü gibidir çini; toprakken yoğrulur, pişer ve olgunlaşır ve içerisinde gizemler barındırır. Kültürel mirasımızın en incelikli örneklerinden olan çini bazen bir cami duvarında, kimi zaman gündelik bir eşyada bazen de bir türbede tüm inceliğiyle karşımıza çıkar.
Haber Giriş Tarihi: 25.03.2024 12:36
Haber Güncellenme Tarihi: 25.03.2024 12:36
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.bursa5n1k.com
Orta Asya’da doğan çinicilik Karahanlılar ile Türk kültüründe önemli yer edinir. Selçuklular ile zirveye çıkan çinicilik Osmanlı’larda hayatın hemen hemen her noktasında yer alır. Daha çok yüksek zümreye hitap eden çiniye 17’YY’la kadar Bursa İznik başkentlik yapmıştır. Günümüzde de irili ufaklı 100den fazla çini dükkanı ve atölye bulunan çini yeniden İznik’te büyük ustalar sayesinde yeşerdi.
İznik’te kendine ait atölyesinde çinicilik yapan İbrahim Çelik yaklaşık kırk yıldır çinicilikle iştirak ediyor. Büyük bir aşk ile çini üreteb Çelik, çiniği farklı boyuta ele alarak işliyor....
Sizi tanıyabilir miyiz? Çiniciliğe nasıl başladınız? Niçin çinicilik?
Rızkını topraktan temin eden çiftçi bir ailenin çocuğum. Nasiptir ki ben de yine toprakla uğraşıyorum. Ailem topraktan meyve sebze üreterek nasibini sağlamıştı; bende çini ile uğraşıyorum yine toprak uğraşmak nasıp oldu. Topraktan geldik toprağa döneceğiz gibi yine topraktan ayrılamadık. Çiniciliğe nasıl başladık? Çocukluğumdan itibaren cama aşırı düşkünlüğüm vardı. Çok küçükken, İznik’ten dışarıya gittiğimde; anneme cam eşyası hediyesi alırdım. Belki de beni el sanatlarına yönlendiren çini sevmeme neden de odur. Çiniyi tanımamız İznik’de Yeşil Caminin minaresinde, Eşref Rumi Camisi minaresinde çiniler vardı; İznik çinisi bunlar; çok değerliymiş o kadar biliyorduk. Çok fazla detayına inemiyorduk. 20’li yaşlarda 85’lerde buraya nur içerisinde yatsın Faik Kırımlı geldi. Onu buraya getirende; oda rahmetli oldu nur içinde yatsın Eşref Hocamız oldu. Burada kara fırınlar yaparak 85’li 86’lı yıllarda çininin ateşini aradan gecen 300 yıl sonra tekrardan yaktılar. Faik Kırımlı’nın bize söylediği sözler bizim çiniyi anlamamıza, keşfetmemize tanımamıza sebep oldu. Yeni fırın yapmışlardı ben sordum ‘Eşref abi fırınları yakmışsınız. Ben merak ediyorum, gelip görmek istiyorum. Bizde Kütahya gibi çini yapabilecek miyiz?’ diye sorduğumda oda, ‘biz Kütahya gibi kamyonlarla çini üretmeyeceğiz.’ arabasının bagajını açtı, iki küçük sandık vardı. Sandıkları gösterdi; ‘biz böyle iki sandık yapacağız. Bu bize yetecek’ dedi. Ben de 20’li yaşlardayım iki sandık mı katma değer verecek? Bu nasıl bir şey’ dedim. Bana dedi ki ‘bana inanmazsan Faik abine sor’ dedi. Faik Kırımlı rahmetli dedi ki ‘evlat sizin kamyonla çini yapmanıza gerek kalmayacak. Siz on tane tabak yapacaksınız. Dışarıdaki devletlerin başkanı bile sizden onları aldıracak. Siz İznik çinisini yapacaksınız’ dedi. ‘ben buraya bir çınar ektim bu çınarı sularsanız yeşerir’ dedi. Bana göre şimdi rahmetlinin dilek temennisi yerine geldi. Suladık. Yeşermeyi bırakın; çınar kök attı. İrili ufaklı İznik’te şuan çini hediyelik satan 100 tane dükkan var. bir kısmının içinde atölye var. Bu şekilde başladık. O yaşlarda bunu öğrenebileceğimiz tabii başka usta atölye yok. Zaman zaman yolumuz Kütahya’ya düştü oranın eski ustalarıyla tanıştık, araştırdık, üniversitelerde akademik çalışmaları takip ettik. Yıllarca araştırmayla geçti. Çünkü merak sarmıştım. İçime o çininin ateşini rahmetli Faik Kırımlı Eşref abi ile birlikte düşürmüştü. Sonra eşimin ve oğlumun ısrarıyla ‘ bu birikim seninle gitmesin. Artık atölyemizi, satış yerimizi açalım. Senden sonra da ben devam ederim’ öyle başladık. Hayli araştırma, sürekli geliştirmek ilimin sonu yok dedikleri gibi bunun da sonu yok. Çinicilik üzerine büyük bir kütüphanem var. Ben yaşamımı ömrümü de bir yolculuk olarak algılamıştım. İnsan ömrünün bir yolculuk olduğunu düşünmüştüm. Bugün buradan hangi yoldan giderseniz Bursa’ya üç tane yol var. Üçü de farklı farklı, üçünde de yokuşları inişleri çıkışları var. İznik Çinisini de sanat hayatımı da öyle algıladım. Yolculukta gördüklerimiz yaptıklarımız ve varmak istediğimiz nokta.
Bu kadar gönülden bağlandığınız, üzerine araştırmalar yaptığınız, kütüphane kurduğunuz çinicilik üzerine akademisyenliği düşündünüz mü?
Akademisyenlik için geç kalmıştık. Kendimde de gördüğüm eksiğim akademisyen olmamaz. Atölyede biz birçok şeyi deneme yanılma yolu ile yaptık. Hala öyle. Her fırın yaktığımda içimde mutlaka bir denemem vardır. Ama akademisyenlik yönü de olmalıydı. Alaylı ustalıkla akademik çalışmalar baş başa gitmeli. Gelişme daha hızlı ve daha güzel olur. İsterdim akademik yanımda olsun. Ama biz bugün yaptığımız çalışmaları akademik olarak istendiğinde öğrencilere aktarmaya çalışıyoruz.
‘Çinin çıkış noktası bildiğinin aksine Çin değil Özbekistan’dır.
Karahanlılar ile başlayıp Herzamşahlar’dan Büyük Selçuklulardan oradan da zirvesinin yaşadığı Anadolu Selçuklular ve Osamanlılara gelen Çiniciliği tarihçesinden söz eder misiniz?
Türk İslam sanatlarında çinin isminden dolayı Çin’den geldiği bir çok kişi tarafından biliniyor. Çini mozaik ve taş süsleme sanatı Orta Asya’dan Özbekistan çıkışlıdır. İlk örnekleri Özbekistan’da çıktı. Korkunç eserler var. Hatta ilk yapılan kabir Samanoğlları'nın o da Özbekistan’da. Tamamen çini süsleme sanatı Türk El sanatı ile yapılmış, geçmişte Çinli ustalardan etkilenilmiştir. Medeniyetlerin oluşumu birbirinden görerek etkilenerek inançlarına göre yorumlamış kendi medeniyetini oluşturmuştur. Zirveyi Anadolu Selçuklu ile yaşamıştır. Anadolu Selçukluları daha çok mimaride kullanmıştır.
Karahanlılar’dan başlayarak Türk İslam El Sanatlarının başından çinicilik 17’yyla kadar İznik Çiniciliğin başkenti olmuş. Önemli ustalar yetişmiş, çok değerli eserler ortaya konmuş. Günümüzde de marka olma özeliğini koruyan İznik çinisi nedir nasıl başlamıştır, nereden gelmiştir?
Çini denince çok geniş bir alan. Kütahya’da yüz yıllardan beri devam eden bir çinicilik var; Kütahya’nın kendine has klasikleri var. İznik çinisi anlamak için bazı şeyleri de idrak etmek gerekiyor. Mesela toprak, su, ateş bu elementleri de anlamak idrak etmek gerekir. Toprak su ateş bunları idrak edemezsek İznik çinisini anlamakta sıkıntı yaşarız. İznik çinisi sadece teknik açıdan mekanik yapısından bahsetmek doğru değil. Bu belki de en kolay yanı. Bunun yapımındaki gönül dünyasından tasavvuf yönünden bakarsak çok daha geniş alan ve derin tarafları vardır. Teknik yapısından yüzde bilmem kaç kuvarsa gibi maddeleri kararak yaptığımız çok sert; işte dünyada en sert madenden yapılmış, çok sağlam, çok güzel yüzlerce yıl dayanacak; çini diyip de böyle çok kısa kestirmek ata sanatımıza da saygısızlık olur. Atalarımızı kemikleri sızlamasın. Atalarımız bunları nasıl yaptı? Hangi gönül dünyasıyla yaptı? Çiniye bu tarafıyla bakmak istedim. Toprak, su, ateş bu elementler niye söyledim? Ateş; yakan yok eten bir şey. Mevlana’nın sözü ile bakarsan ateşe; Mevlana ne diyor? ‘Hamdım, yandım, piştim’ diyor. O zaman pişmeden olunmuyor demek. Olmadan da insan bile maneviyatı bulamıyor. Bulmadan da hiçbir şey yapamıyorsunuz. O zaman ne olamak gerekiyor? Yanacaksın, pişeceksin, olacaksın, bulacaksın. İnsan yapısı da buna müsait. Bu elementleri tanımalı. Birde Türk İslam Sanatlarını anlamak lazım. Sanat nedir? Bunu irdelemeden bizim el sanatlarını anlamadan bizim İznik Çinisi anlamak, idrak etmek çok zor. Necip Fazıl’ın bir sözü ile devam edeyim ‘Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış. Marifet bu. Gerisi çelik çomakmış’ şimdi bu sözleri irdelemeden de sanatı anlamak çok zor. Mevlana’nında sanata sanatçıya bakış açısı vardır. Bunlara bakarak İznik çinisini idrak etmek daha da kolaylaşır. Mevlana da şöyle der ‘Yaptığın her işi galip aleminde bir suret verirler. Canından teninden doğan işin çocuğun gibi gelir senin eteğini tutar.’ Muhammet İkbalin de bir sözü var sanatla ilgili ‘Kalk başka bir alemin resmini yap. Aşkı akıl ile karıştır.’ Aşk şimdi günümüzdeki gibi değil tabi. Manevi aşk. Aşk deyince şimdi iki cinsin arasındaki aşkı algılıyorlar; ama aşk o değil. Gönül dünyasında yoğrulmasından bahsediyor. Benimde tezim odur zaten. Yani gönül dünyanızda çiniyi birde orada yoğurmak lazım ki sanat eseri ortaya çıksın. Ben inanıyorum ki bizim atalarımız İznik Çinisinin çamurunu yoğururken gönül dünyalarında yoğurmuşlar. Gönül dünyalarında yoğurdukları içinde yüzlerce yıldır dünyanın göz bebeği baktığı, çok kıymetli eserler ortaya çıkmış. Başka türlü çamuru böyle ellinizde fırçayı salmakla sanat eseri orta çıkaramazsınız.
Çinin renklerine baktığımız zaman beyaz, kırmızı, lacivert ve olmaza olmaz turkuaz görüyoruz renklerle ilgili ne söylemek istersiniz?
Çini baktığında üç dört tane ana renkten meydana gelmiş sadece, süsleme olarak görmüyorsunuz. Farklı bakış açısı kazandırıyor size. Daha tasavvuf tarafından bakmaya çalışıyorsunuz. Simetriktir çini. Çinide desenler simetrik olarak kullanılmıştır. Simetrinin tasavvufla da ilişkisi vardır.
‘Çinide renkler çiniye 3 boyutlu derinlik veriyor’
Ne gibi?
Buda çok ayrı bir alandır. Oda tasavvufu bir birine bağlanabilir. Biz İznik Çinisi ile uğraşırken bu tarafına daha çok baktık. Teknik yapısıyla da uğraştık tabi. Zor olan tarafları da var. bileşenleri çok zor. Bileşenlerin yapımı çok zor. Firesi yüksek olan bir uğraş. Kısacası 60 yaşına merdiven dayadık hala sonsuz bir keyifle ata sanatımıza köprü olarak geçmişi gelecek ile bağlıyoruz. Bugün bize o düştü; bizden sonrada devam etsin. Atalarımıza minnet borcumuzu da ödeyelim. Ellimizden gelen gayret ile en güzellini yapmak için uğraşıyoruz. Şeh Said’in bir sözü var ‘Varlığın yüreğine sızmak, insana yakışanı budur. Anlam asıldır suret yırtılır. Fakat mana sonsuzdur’diye. İznik Çinisinde de yüklü olan bu aslında. Bu şekilde baktığınızda yavaş yavaş bu yüklü manaları da çözmeye çalışıyorsunuz. Çok güzel bir kırmızımız var, fürüzelerimiz var. Sadece renk güzelliğine de bakmadım. Artık dünyanın da kabul ettiği bir şey var; renklerin sesi olduğu. Renklerin sesini duyabilen çok az sayıda insan olduğunu bugün dünya üzerinde biliniyor. Bizim atalarımız renklerin sesini duymuşlar. Renklerin dilini anlamışlar ki bu kadar güzel desenleri renkleri birbiriyle uyumunu sağlamışlar. Bir ahenk var, bir güzellik var ortada. Karşısına geçip oturduğunuzda on beş dakika izlediğinizde İznik Çinisini size 3 boyutlu muhteşem bir derinlik veriyor. Ben o zaman baktıkça düşünüyorum ki bizim atalarımız çininin çamurunu yoğururken, bu renkleri de üzerinde kullanırken renklerin sesini duymuşlar, anlamışlar, idrak etmişler ki bu kombinasyonları, bu tasarımları oluşturabilmişler.
Renkleri seçerken bu renklerin bir anlamı var mı?
Var tabi. Hepsinin de her renginde insan üzerinde etkisi var. insanın bakışında insanların ruhsal dünyasında ona göre. O kadar güzel tespit etmişler ki, bir yere yan yana getirip de o şekilde kullanmışlar. Öyle olmasaydı yüzlerce yıldır imrenek bakmazdık. Her medeniyette, her inançtaki insan karşısına oturup da çiniden bu keyfi almazdı. Bunu seyredemezdi. Ben tasavvufu olarak çinide; kendimizi görüyorum. Türk İslam El Sanatlarında, Türk insanın benliğini, kimliğinin bunun içinde olduğuna inanan birisiyim. Bize kimliğimizi sorarlarsa, bizim kim olduğumuzu sorarlarsa; atalarımızın bize yadigar olarak bıraktığı el sanatlarını çok iyi izleyip baksınlar. Biz oradayız. Biz o renklerin içerisindeyiz. Bu renklerin dili, renklerin ahenkleri oluşmuş ve bizim kimliğimiz bunların içine yazılmış. Çok manidardır; Türk ve İslam coğrafyasını bu milleti bir kaşık suda boğmaya çalışanlar, İznik Çinisini dünyanın en zengin koleksiyon ve müzelerinde koynunda saklatıyor mevlam. Onun içinde diyebilirim ki İznik Çinisinin de bir hikmeti var.
‘Çinide amaç mutlak güzele ulaşmaktır’
Bunun sebebi nedir? Neden İznik Çinisini bağrında saklıyorlar?
Yabancı bir yazarın dediği gibi ‘bir anlamı olan hayat en zor tabiat şartlarında, bir insanlık macerasında en uç sınırlarında da olsa Allahın çağrısına yiğitçe cevap vererek ilahi buyruğa kayıtsız şartsız katılışıyla yaşatılan hayattır.’ atalarımız çamuru yoğururken gönül dünyaları neydi, inançlarını, gönül dünyalarını yaşamlarını bu yaptıkları sanat eserleriyle insanlara neyi aktarmak istiyorlar? O düşünce ile yoğurmuşlar. 14 yy. Baba Nakkaş Rumileri çizerken neyi hayal ediyordu, gönül dünyası ve inancında ne vardı ise onları yormuş. Bizim atlarımız sanatla uğraşırken gayreti güzelle ulaşmaktı. Mutlak güzele ulaşmak için de güzel şeyler yapmak lazım. Bizim Türk İslam El sanatlarında amaç mutlak güzele oluşmak. Bu çini olur hat sanatı olur...
Güzel sanatların amacı; özelikle Türk İslam sanatların amacı mutlak güzel sanata ulaşmak mı?
Evet.
Bütün dünya sanatlarda bu yok mu?
O zaman şuna bakmak gerekiyor. Batı sanatıyla bizim sanatımızın arasındaki farka bakmak lazım. Bir ecnebi ressam çocuk yaşlarında Kahire gider. Kahire sokaklarında günlerce aylarca dolaşır. Bir sütun üzerinde hat yazan usta görür. Çok dikkatini çeker. Başına oturur günlerce seyreder. En sonun da dayanamaz sorar ‘elinde resim yok, yazıtın yok, perspektifin de yok sen bunu nasıl yazıyorsun?’ ‘evlat ben bir şey yapmıyorum. Cenab-ı Hakkın ezelden bu taşa resim ettiğini bugün gün yüzüne çıkarmak bana düştü’ diyor. İslam el sanatları ile batı el sanatları ayrışma noktası burada başlıyor. Ecnebiler ne der ‘yaratıcı. bizim sanatçımızda güç var’ derler. Biz ne deriz ‘Rabbim nasip ettiği ne ise o’ denir. Dost meclisinde ya da buraya gelen öğrencilere şunu derim ‘huzuru mahşerde huzura çıktığımızda ne yaptın diye sorarsa Rabbim ‘Rabbim sen nasip ettin çamura senin adını yazdım’ derim.
Şöyle diyebilir miyiz Türk İslam sanatlarında amacı yaratana ulaşmaktır?
Evet aynen öyle. Az önce de söylediğim gibi mutlak güzele ulaşmak.
‘Motifler rastgele yapılmış bir şey değil’
Tekrar çiniye dönecek olursak. Motifler de Allaha ulaşmak olduğunu gördüğümüz gibi özelikle Selçuklu dönemi motiflerinde baktığımız da İslam öncesi Türk mitolojisinden de esintiler görüyoruz. Yaşam ağacı. Anka kuşu, gibi... bu konuda ne dersiniz
Motiflerinde hiçbiri rastgele çizilmiş değil. Baba Nakkaş’ın Rumi deseni örneğini verecek olursak kuşların gökyüzünde yaptığı seranattan etkilenerek yapmıştır. Ben de ondan şöyle anlıyorum. Kuşların gökyüzünde seranatı belki hakkı zikretmelerini o şekilde nakşetti. Bizim inancımızda her şeyin Allahı zikretti bilinen bir şey. Geometrik desenlerde yaşamı anlatır, hayatı anlatır, insanı anlatır. İnsan yaşamı da tek bir düz çizgi değildir. Selçuklu döneminde hayvan figürünü çok kullanılmasının nedeni İslamiyet öncesi şaman inancının etkisidir. Osmanlıda soyut figürlere geçilmiş. Rumi aslında soyut bir figürdür. Soyut çalışmaları günümüzün diye anlatıyorlar. Ama 14 asırda Baba Nakkaş soyut çalışmış. Bugünde soyut bir şeyleri yapabilmek için klasikleri yalayıp yutmak lazım.
Selçuklu ve Osmanlı’ya baktığımızda çinicilik her yerde var. sarayda, türbelerde, mutfak eşyalarında hayatın her aslanında bulunuyor. Sizin söylediklerinizden yolla çıkarak yaratanı her yerde anmak her yerde anımsamak istemiş olabilirler mi?
Aslında tüm İslam El sanatların amacı o. Mutlak güzele gidene ulaşmak. Mutlak güzeli ararken Mevlanın rızasını kazanmak, onun adını anlatmak, o zaman güzel şeyler yaparak ortaya çıkar. Selçuklu’da da Osmanlıda da çini ile mabetleri süslemişler. Burada çok güzel de bir naiflik var. İnsanların yaşamında çok güzellikler katmışlar. Bir caminin duvarlarını kaplarken çok güzellik nakış etmişler. Camide insanın ibadet yaparken, özendirecek şekille getirmiş. Birde kocaman kandillerle Sultan Ahmet gibi büyük camileri aydınlatmışlar. O kadar ince hesaplar yapmışlar ki; çini plakaların üzerinde bugün bizim gözağı dediğimiz ışığı çok güzel hapseden homojen dağılım sağlamış. Böylece aydınlatmada da yaralanılmış. Birde çininin gözenekli bir yapısı var. Duvarlardaki nemi emmiş; yazın sıcaklar başladığında duvarlar kuruduğunda da tekrar plakalar nemi geri vermiş. Bugün bizim geleneksel yöntemle yaptığımız İznik Çinisi su dökelim emer, 10 dakika sonra geri verir. Yüz yıllarca yaşamasının duvarlarda catlamamasının sebebi bu. Duvarlardaki nemi, küfü bununla önlemişler. Ama çok fazla halka inememiş. Nedeni de çok fazla fire verilmesi. Günümüzde bile o kadar teknolojiye rağmen hala fire veriliyor.
Sizin çalışmalarınız nelerdi?
bizim yaptıklarımız replika. Osmanlı döneminde yapılmış Selçuklu döneminde yapılmışların replikası. Bizim görevimiz köprü olmak. Ne kadar güzel yaparsam yapayım benimki replika bir katkımız yok. Bizim yaptığımız aradaki bağı sağlamak. Bizden de geriye bir şeyler kalsın bir miktar bizde bir şeyler ilave etmeye çalışıyoruz. Yeni bir şeyler yapmak çok kolay değil. Yeni tasarımlar yapmak çok kalay değil. Bize soruyorlar ‘ne yapıyorsunuz’ atalarımız desen konusunda ne varsa işlemiş bize hiç bir şey kalmamış. Zaman zamanda kendimizin yaptığı Anadolu Seramiği, Günümüz Antikaları diye isimlendirdiğim çalışmalar var. farklı teknikler kullandığım oluyor. Bazen astar kazıma, bazen boya kazıma gibi değişik çalışmalar var. Bir kısmının formu bana ait olan. Hat yazısıyla kayma gül ve lale desenleri kullandığım çalışmalarım var. Renkler üzerinde oynadığım çalışmalarım var.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İznik Çinisinin sırrı
İnsan ömrü gibidir çini; toprakken yoğrulur, pişer ve olgunlaşır ve içerisinde gizemler barındırır. Kültürel mirasımızın en incelikli örneklerinden olan çini bazen bir cami duvarında, kimi zaman gündelik bir eşyada bazen de bir türbede tüm inceliğiyle karşımıza çıkar.
Orta Asya’da doğan çinicilik Karahanlılar ile Türk kültüründe önemli yer edinir. Selçuklular ile zirveye çıkan çinicilik Osmanlı’larda hayatın hemen hemen her noktasında yer alır. Daha çok yüksek zümreye hitap eden çiniye 17’YY’la kadar Bursa İznik başkentlik yapmıştır. Günümüzde de irili ufaklı 100den fazla çini dükkanı ve atölye bulunan çini yeniden İznik’te büyük ustalar sayesinde yeşerdi.
İznik’te kendine ait atölyesinde çinicilik yapan İbrahim Çelik yaklaşık kırk yıldır çinicilikle iştirak ediyor. Büyük bir aşk ile çini üreteb Çelik, çiniği farklı boyuta ele alarak işliyor....
Sizi tanıyabilir miyiz? Çiniciliğe nasıl başladınız? Niçin çinicilik?
Rızkını topraktan temin eden çiftçi bir ailenin çocuğum. Nasiptir ki ben de yine toprakla uğraşıyorum. Ailem topraktan meyve sebze üreterek nasibini sağlamıştı; bende çini ile uğraşıyorum yine toprak uğraşmak nasıp oldu. Topraktan geldik toprağa döneceğiz gibi yine topraktan ayrılamadık. Çiniciliğe nasıl başladık? Çocukluğumdan itibaren cama aşırı düşkünlüğüm vardı. Çok küçükken, İznik’ten dışarıya gittiğimde; anneme cam eşyası hediyesi alırdım. Belki de beni el sanatlarına yönlendiren çini sevmeme neden de odur. Çiniyi tanımamız İznik’de Yeşil Caminin minaresinde, Eşref Rumi Camisi minaresinde çiniler vardı; İznik çinisi bunlar; çok değerliymiş o kadar biliyorduk. Çok fazla detayına inemiyorduk. 20’li yaşlarda 85’lerde buraya nur içerisinde yatsın Faik Kırımlı geldi. Onu buraya getirende; oda rahmetli oldu nur içinde yatsın Eşref Hocamız oldu. Burada kara fırınlar yaparak 85’li 86’lı yıllarda çininin ateşini aradan gecen 300 yıl sonra tekrardan yaktılar. Faik Kırımlı’nın bize söylediği sözler bizim çiniyi anlamamıza, keşfetmemize tanımamıza sebep oldu. Yeni fırın yapmışlardı ben sordum ‘Eşref abi fırınları yakmışsınız. Ben merak ediyorum, gelip görmek istiyorum. Bizde Kütahya gibi çini yapabilecek miyiz?’ diye sorduğumda oda, ‘biz Kütahya gibi kamyonlarla çini üretmeyeceğiz.’ arabasının bagajını açtı, iki küçük sandık vardı. Sandıkları gösterdi; ‘biz böyle iki sandık yapacağız. Bu bize yetecek’ dedi. Ben de 20’li yaşlardayım iki sandık mı katma değer verecek? Bu nasıl bir şey’ dedim. Bana dedi ki ‘bana inanmazsan Faik abine sor’ dedi. Faik Kırımlı rahmetli dedi ki ‘evlat sizin kamyonla çini yapmanıza gerek kalmayacak. Siz on tane tabak yapacaksınız. Dışarıdaki devletlerin başkanı bile sizden onları aldıracak. Siz İznik çinisini yapacaksınız’ dedi. ‘ben buraya bir çınar ektim bu çınarı sularsanız yeşerir’ dedi. Bana göre şimdi rahmetlinin dilek temennisi yerine geldi. Suladık. Yeşermeyi bırakın; çınar kök attı. İrili ufaklı İznik’te şuan çini hediyelik satan 100 tane dükkan var. bir kısmının içinde atölye var. Bu şekilde başladık. O yaşlarda bunu öğrenebileceğimiz tabii başka usta atölye yok. Zaman zaman yolumuz Kütahya’ya düştü oranın eski ustalarıyla tanıştık, araştırdık, üniversitelerde akademik çalışmaları takip ettik. Yıllarca araştırmayla geçti. Çünkü merak sarmıştım. İçime o çininin ateşini rahmetli Faik Kırımlı Eşref abi ile birlikte düşürmüştü. Sonra eşimin ve oğlumun ısrarıyla ‘ bu birikim seninle gitmesin. Artık atölyemizi, satış yerimizi açalım. Senden sonra da ben devam ederim’ öyle başladık. Hayli araştırma, sürekli geliştirmek ilimin sonu yok dedikleri gibi bunun da sonu yok. Çinicilik üzerine büyük bir kütüphanem var. Ben yaşamımı ömrümü de bir yolculuk olarak algılamıştım. İnsan ömrünün bir yolculuk olduğunu düşünmüştüm. Bugün buradan hangi yoldan giderseniz Bursa’ya üç tane yol var. Üçü de farklı farklı, üçünde de yokuşları inişleri çıkışları var. İznik Çinisini de sanat hayatımı da öyle algıladım. Yolculukta gördüklerimiz yaptıklarımız ve varmak istediğimiz nokta.
Bu kadar gönülden bağlandığınız, üzerine araştırmalar yaptığınız, kütüphane kurduğunuz çinicilik üzerine akademisyenliği düşündünüz mü?
Akademisyenlik için geç kalmıştık. Kendimde de gördüğüm eksiğim akademisyen olmamaz. Atölyede biz birçok şeyi deneme yanılma yolu ile yaptık. Hala öyle. Her fırın yaktığımda içimde mutlaka bir denemem vardır. Ama akademisyenlik yönü de olmalıydı. Alaylı ustalıkla akademik çalışmalar baş başa gitmeli. Gelişme daha hızlı ve daha güzel olur. İsterdim akademik yanımda olsun. Ama biz bugün yaptığımız çalışmaları akademik olarak istendiğinde öğrencilere aktarmaya çalışıyoruz.
‘Çinin çıkış noktası bildiğinin aksine Çin değil Özbekistan’dır.
Karahanlılar ile başlayıp Herzamşahlar’dan Büyük Selçuklulardan oradan da zirvesinin yaşadığı Anadolu Selçuklular ve Osamanlılara gelen Çiniciliği tarihçesinden söz eder misiniz?
Türk İslam sanatlarında çinin isminden dolayı Çin’den geldiği bir çok kişi tarafından biliniyor. Çini mozaik ve taş süsleme sanatı Orta Asya’dan Özbekistan çıkışlıdır. İlk örnekleri Özbekistan’da çıktı. Korkunç eserler var. Hatta ilk yapılan kabir Samanoğlları'nın o da Özbekistan’da. Tamamen çini süsleme sanatı Türk El sanatı ile yapılmış, geçmişte Çinli ustalardan etkilenilmiştir. Medeniyetlerin oluşumu birbirinden görerek etkilenerek inançlarına göre yorumlamış kendi medeniyetini oluşturmuştur. Zirveyi Anadolu Selçuklu ile yaşamıştır. Anadolu Selçukluları daha çok mimaride kullanmıştır.
Karahanlılar’dan başlayarak Türk İslam El Sanatlarının başından çinicilik 17’yyla kadar İznik Çiniciliğin başkenti olmuş. Önemli ustalar yetişmiş, çok değerli eserler ortaya konmuş. Günümüzde de marka olma özeliğini koruyan İznik çinisi nedir nasıl başlamıştır, nereden gelmiştir?
Çini denince çok geniş bir alan. Kütahya’da yüz yıllardan beri devam eden bir çinicilik var; Kütahya’nın kendine has klasikleri var. İznik çinisi anlamak için bazı şeyleri de idrak etmek gerekiyor. Mesela toprak, su, ateş bu elementleri de anlamak idrak etmek gerekir. Toprak su ateş bunları idrak edemezsek İznik çinisini anlamakta sıkıntı yaşarız. İznik çinisi sadece teknik açıdan mekanik yapısından bahsetmek doğru değil. Bu belki de en kolay yanı. Bunun yapımındaki gönül dünyasından tasavvuf yönünden bakarsak çok daha geniş alan ve derin tarafları vardır. Teknik yapısından yüzde bilmem kaç kuvarsa gibi maddeleri kararak yaptığımız çok sert; işte dünyada en sert madenden yapılmış, çok sağlam, çok güzel yüzlerce yıl dayanacak; çini diyip de böyle çok kısa kestirmek ata sanatımıza da saygısızlık olur. Atalarımızı kemikleri sızlamasın. Atalarımız bunları nasıl yaptı? Hangi gönül dünyasıyla yaptı? Çiniye bu tarafıyla bakmak istedim. Toprak, su, ateş bu elementler niye söyledim? Ateş; yakan yok eten bir şey. Mevlana’nın sözü ile bakarsan ateşe; Mevlana ne diyor? ‘Hamdım, yandım, piştim’ diyor. O zaman pişmeden olunmuyor demek. Olmadan da insan bile maneviyatı bulamıyor. Bulmadan da hiçbir şey yapamıyorsunuz. O zaman ne olamak gerekiyor? Yanacaksın, pişeceksin, olacaksın, bulacaksın. İnsan yapısı da buna müsait. Bu elementleri tanımalı. Birde Türk İslam Sanatlarını anlamak lazım. Sanat nedir? Bunu irdelemeden bizim el sanatlarını anlamadan bizim İznik Çinisi anlamak, idrak etmek çok zor. Necip Fazıl’ın bir sözü ile devam edeyim ‘Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış. Marifet bu. Gerisi çelik çomakmış’ şimdi bu sözleri irdelemeden de sanatı anlamak çok zor. Mevlana’nında sanata sanatçıya bakış açısı vardır. Bunlara bakarak İznik çinisini idrak etmek daha da kolaylaşır. Mevlana da şöyle der ‘Yaptığın her işi galip aleminde bir suret verirler. Canından teninden doğan işin çocuğun gibi gelir senin eteğini tutar.’ Muhammet İkbalin de bir sözü var sanatla ilgili ‘Kalk başka bir alemin resmini yap. Aşkı akıl ile karıştır.’ Aşk şimdi günümüzdeki gibi değil tabi. Manevi aşk. Aşk deyince şimdi iki cinsin arasındaki aşkı algılıyorlar; ama aşk o değil. Gönül dünyasında yoğrulmasından bahsediyor. Benimde tezim odur zaten. Yani gönül dünyanızda çiniyi birde orada yoğurmak lazım ki sanat eseri ortaya çıksın. Ben inanıyorum ki bizim atalarımız İznik Çinisinin çamurunu yoğururken gönül dünyalarında yoğurmuşlar. Gönül dünyalarında yoğurdukları içinde yüzlerce yıldır dünyanın göz bebeği baktığı, çok kıymetli eserler ortaya çıkmış. Başka türlü çamuru böyle ellinizde fırçayı salmakla sanat eseri orta çıkaramazsınız.
Çinin renklerine baktığımız zaman beyaz, kırmızı, lacivert ve olmaza olmaz turkuaz görüyoruz renklerle ilgili ne söylemek istersiniz?
Çini baktığında üç dört tane ana renkten meydana gelmiş sadece, süsleme olarak görmüyorsunuz. Farklı bakış açısı kazandırıyor size. Daha tasavvuf tarafından bakmaya çalışıyorsunuz. Simetriktir çini. Çinide desenler simetrik olarak kullanılmıştır. Simetrinin tasavvufla da ilişkisi vardır.
‘Çinide renkler çiniye 3 boyutlu derinlik veriyor’
Ne gibi?
Buda çok ayrı bir alandır. Oda tasavvufu bir birine bağlanabilir. Biz İznik Çinisi ile uğraşırken bu tarafına daha çok baktık. Teknik yapısıyla da uğraştık tabi. Zor olan tarafları da var. bileşenleri çok zor. Bileşenlerin yapımı çok zor. Firesi yüksek olan bir uğraş. Kısacası 60 yaşına merdiven dayadık hala sonsuz bir keyifle ata sanatımıza köprü olarak geçmişi gelecek ile bağlıyoruz. Bugün bize o düştü; bizden sonrada devam etsin. Atalarımıza minnet borcumuzu da ödeyelim. Ellimizden gelen gayret ile en güzellini yapmak için uğraşıyoruz. Şeh Said’in bir sözü var ‘Varlığın yüreğine sızmak, insana yakışanı budur. Anlam asıldır suret yırtılır. Fakat mana sonsuzdur’diye. İznik Çinisinde de yüklü olan bu aslında. Bu şekilde baktığınızda yavaş yavaş bu yüklü manaları da çözmeye çalışıyorsunuz. Çok güzel bir kırmızımız var, fürüzelerimiz var. Sadece renk güzelliğine de bakmadım. Artık dünyanın da kabul ettiği bir şey var; renklerin sesi olduğu. Renklerin sesini duyabilen çok az sayıda insan olduğunu bugün dünya üzerinde biliniyor. Bizim atalarımız renklerin sesini duymuşlar. Renklerin dilini anlamışlar ki bu kadar güzel desenleri renkleri birbiriyle uyumunu sağlamışlar. Bir ahenk var, bir güzellik var ortada. Karşısına geçip oturduğunuzda on beş dakika izlediğinizde İznik Çinisini size 3 boyutlu muhteşem bir derinlik veriyor. Ben o zaman baktıkça düşünüyorum ki bizim atalarımız çininin çamurunu yoğururken, bu renkleri de üzerinde kullanırken renklerin sesini duymuşlar, anlamışlar, idrak etmişler ki bu kombinasyonları, bu tasarımları oluşturabilmişler.
Renkleri seçerken bu renklerin bir anlamı var mı?
Var tabi. Hepsinin de her renginde insan üzerinde etkisi var. insanın bakışında insanların ruhsal dünyasında ona göre. O kadar güzel tespit etmişler ki, bir yere yan yana getirip de o şekilde kullanmışlar. Öyle olmasaydı yüzlerce yıldır imrenek bakmazdık. Her medeniyette, her inançtaki insan karşısına oturup da çiniden bu keyfi almazdı. Bunu seyredemezdi. Ben tasavvufu olarak çinide; kendimizi görüyorum. Türk İslam El Sanatlarında, Türk insanın benliğini, kimliğinin bunun içinde olduğuna inanan birisiyim. Bize kimliğimizi sorarlarsa, bizim kim olduğumuzu sorarlarsa; atalarımızın bize yadigar olarak bıraktığı el sanatlarını çok iyi izleyip baksınlar. Biz oradayız. Biz o renklerin içerisindeyiz. Bu renklerin dili, renklerin ahenkleri oluşmuş ve bizim kimliğimiz bunların içine yazılmış. Çok manidardır; Türk ve İslam coğrafyasını bu milleti bir kaşık suda boğmaya çalışanlar, İznik Çinisini dünyanın en zengin koleksiyon ve müzelerinde koynunda saklatıyor mevlam. Onun içinde diyebilirim ki İznik Çinisinin de bir hikmeti var.
‘Çinide amaç mutlak güzele ulaşmaktır’
Bunun sebebi nedir? Neden İznik Çinisini bağrında saklıyorlar?
Yabancı bir yazarın dediği gibi ‘bir anlamı olan hayat en zor tabiat şartlarında, bir insanlık macerasında en uç sınırlarında da olsa Allahın çağrısına yiğitçe cevap vererek ilahi buyruğa kayıtsız şartsız katılışıyla yaşatılan hayattır.’ atalarımız çamuru yoğururken gönül dünyaları neydi, inançlarını, gönül dünyalarını yaşamlarını bu yaptıkları sanat eserleriyle insanlara neyi aktarmak istiyorlar? O düşünce ile yoğurmuşlar. 14 yy. Baba Nakkaş Rumileri çizerken neyi hayal ediyordu, gönül dünyası ve inancında ne vardı ise onları yormuş. Bizim atlarımız sanatla uğraşırken gayreti güzelle ulaşmaktı. Mutlak güzele ulaşmak için de güzel şeyler yapmak lazım. Bizim Türk İslam El sanatlarında amaç mutlak güzele oluşmak. Bu çini olur hat sanatı olur...
Güzel sanatların amacı; özelikle Türk İslam sanatların amacı mutlak güzel sanata ulaşmak mı?
Evet.
Bütün dünya sanatlarda bu yok mu?
O zaman şuna bakmak gerekiyor. Batı sanatıyla bizim sanatımızın arasındaki farka bakmak lazım. Bir ecnebi ressam çocuk yaşlarında Kahire gider. Kahire sokaklarında günlerce aylarca dolaşır. Bir sütun üzerinde hat yazan usta görür. Çok dikkatini çeker. Başına oturur günlerce seyreder. En sonun da dayanamaz sorar ‘elinde resim yok, yazıtın yok, perspektifin de yok sen bunu nasıl yazıyorsun?’ ‘evlat ben bir şey yapmıyorum. Cenab-ı Hakkın ezelden bu taşa resim ettiğini bugün gün yüzüne çıkarmak bana düştü’ diyor. İslam el sanatları ile batı el sanatları ayrışma noktası burada başlıyor. Ecnebiler ne der ‘yaratıcı. bizim sanatçımızda güç var’ derler. Biz ne deriz ‘Rabbim nasip ettiği ne ise o’ denir. Dost meclisinde ya da buraya gelen öğrencilere şunu derim ‘huzuru mahşerde huzura çıktığımızda ne yaptın diye sorarsa Rabbim ‘Rabbim sen nasip ettin çamura senin adını yazdım’ derim.
Şöyle diyebilir miyiz Türk İslam sanatlarında amacı yaratana ulaşmaktır?
Evet aynen öyle. Az önce de söylediğim gibi mutlak güzele ulaşmak.
‘Motifler rastgele yapılmış bir şey değil’
Tekrar çiniye dönecek olursak. Motifler de Allaha ulaşmak olduğunu gördüğümüz gibi özelikle Selçuklu dönemi motiflerinde baktığımız da İslam öncesi Türk mitolojisinden de esintiler görüyoruz. Yaşam ağacı. Anka kuşu, gibi... bu konuda ne dersiniz
Motiflerinde hiçbiri rastgele çizilmiş değil. Baba Nakkaş’ın Rumi deseni örneğini verecek olursak kuşların gökyüzünde yaptığı seranattan etkilenerek yapmıştır. Ben de ondan şöyle anlıyorum. Kuşların gökyüzünde seranatı belki hakkı zikretmelerini o şekilde nakşetti. Bizim inancımızda her şeyin Allahı zikretti bilinen bir şey. Geometrik desenlerde yaşamı anlatır, hayatı anlatır, insanı anlatır. İnsan yaşamı da tek bir düz çizgi değildir. Selçuklu döneminde hayvan figürünü çok kullanılmasının nedeni İslamiyet öncesi şaman inancının etkisidir. Osmanlıda soyut figürlere geçilmiş. Rumi aslında soyut bir figürdür. Soyut çalışmaları günümüzün diye anlatıyorlar. Ama 14 asırda Baba Nakkaş soyut çalışmış. Bugünde soyut bir şeyleri yapabilmek için klasikleri yalayıp yutmak lazım.
Selçuklu ve Osmanlı’ya baktığımızda çinicilik her yerde var. sarayda, türbelerde, mutfak eşyalarında hayatın her aslanında bulunuyor. Sizin söylediklerinizden yolla çıkarak yaratanı her yerde anmak her yerde anımsamak istemiş olabilirler mi?
Aslında tüm İslam El sanatların amacı o. Mutlak güzele gidene ulaşmak. Mutlak güzeli ararken Mevlanın rızasını kazanmak, onun adını anlatmak, o zaman güzel şeyler yaparak ortaya çıkar. Selçuklu’da da Osmanlıda da çini ile mabetleri süslemişler. Burada çok güzel de bir naiflik var. İnsanların yaşamında çok güzellikler katmışlar. Bir caminin duvarlarını kaplarken çok güzellik nakış etmişler. Camide insanın ibadet yaparken, özendirecek şekille getirmiş. Birde kocaman kandillerle Sultan Ahmet gibi büyük camileri aydınlatmışlar. O kadar ince hesaplar yapmışlar ki; çini plakaların üzerinde bugün bizim gözağı dediğimiz ışığı çok güzel hapseden homojen dağılım sağlamış. Böylece aydınlatmada da yaralanılmış. Birde çininin gözenekli bir yapısı var. Duvarlardaki nemi emmiş; yazın sıcaklar başladığında duvarlar kuruduğunda da tekrar plakalar nemi geri vermiş. Bugün bizim geleneksel yöntemle yaptığımız İznik Çinisi su dökelim emer, 10 dakika sonra geri verir. Yüz yıllarca yaşamasının duvarlarda catlamamasının sebebi bu. Duvarlardaki nemi, küfü bununla önlemişler. Ama çok fazla halka inememiş. Nedeni de çok fazla fire verilmesi. Günümüzde bile o kadar teknolojiye rağmen hala fire veriliyor.
Sizin çalışmalarınız nelerdi?
bizim yaptıklarımız replika. Osmanlı döneminde yapılmış Selçuklu döneminde yapılmışların replikası. Bizim görevimiz köprü olmak. Ne kadar güzel yaparsam yapayım benimki replika bir katkımız yok. Bizim yaptığımız aradaki bağı sağlamak. Bizden de geriye bir şeyler kalsın bir miktar bizde bir şeyler ilave etmeye çalışıyoruz. Yeni bir şeyler yapmak çok kolay değil. Yeni tasarımlar yapmak çok kalay değil. Bize soruyorlar ‘ne yapıyorsunuz’ atalarımız desen konusunda ne varsa işlemiş bize hiç bir şey kalmamış. Zaman zamanda kendimizin yaptığı Anadolu Seramiği, Günümüz Antikaları diye isimlendirdiğim çalışmalar var. farklı teknikler kullandığım oluyor. Bazen astar kazıma, bazen boya kazıma gibi değişik çalışmalar var. Bir kısmının formu bana ait olan. Hat yazısıyla kayma gül ve lale desenleri kullandığım çalışmalarım var. Renkler üzerinde oynadığım çalışmalarım var.
BURSA 5N1K
M. SERKAN YAVUZ
MGK toplantısı sonrası 5 maddelik açıklama
Rortary, 'Kariyer Sohbetleri' ile gençleri geleceğe hazırlıyor!
Mahmud Abbas: İsrail Gazze'deki altyapının yüzde 90'dan fazlasını yok etti
MGK sona erdi: Türkiye insanlık dışı saldırılar karşısında Lübnan halkının yanında
Ağrı'da şehit olan Piyade Uzman Çavuş Burak Geniş'in cenazesi toprağa verildi
Bursa'da Türk Dünyası Bilim Ödülleri sahiplerini buluyor
Barcelona'da gelecek sezon planı! Neymar geri dönebilir
Alina Boz hamile mi? Umut Evirgen'den açıklama geldi
Her gün marul suyu içerseniz o hastalık son buluyor...
Afyonkarahisar'da zehir tacirlerine geçit yok
FIFA'dan flaş transfer kararı!
ASELSAN'dan ambargo sonrası güçlü adım: ASELFLIR-500, Azerbaycan’a teslim edildi
Kalorifer peteklerinin üzerine defne yaprağı koymak bakın ne işe yarıyor
Uydu internet hizmeti Starlink, 4 milyon kullanıcıya ulaştı
Endonezya, Merapi Yanardağı'nın patlaması üzerine alarma geçti