“Her şeyi zamana bırakıyoruz, zamanımız var mı bilmeden” demiş Özdemir ASAF... Milyonlarca bilemediğimizden bir taneside budur aslında. Zamanımız var mı? Ne kadar zamanımız kaldı?
Tabi ki ömrümüzden, yaşamımızdan bahsediyorum. Anne rahmine düştüğümüzde başlayan yolculuğumuzun, hiç bir zaman sahibi olamayacağımız süresinden bahsediyorum. Bilmiyorum, bilmiyorsunuz ve hiç kimse de bilemeyecek. Çünkü irademiz dışında, kendi mecrasında devam eden bir döngünün çok önemsiz ve çok zayıf birer üyesiyiz. Ve bu yolculuğumuzun başlangıcında nasıl söz sahibi değilsek sonunda da o kadar çaresiziz.
Yukarıdaki girişle alakalı olarak bugünkü yazımda iki konuya değinmek istiyorum. İlk olarak, yaşam akışımızda ve alışkanlıklarımızdaki öncelik sırasının, bizim için önemli insanların, değerlilerin, sevdiklerimizin hep en sona alınışı şeklinde tezahür ettiğini, onları ihmal ettiğimizi dillendireceğim.
Sizi en çok önemseyen ve seven insanları düşünün. Başınıza ne gelirse gelsin, her zaman kapısı size açık olanları...Sıralayın kendinizce. Sonra, onlar için 24 saatlik bir zaman diliminin ne kadarını harcadığınızı, sevginizden ne kadarını ifade ettiğinizi, saygınızı, sabrınızı, ilginizi ve iltifat da olsa söylediğiniz olumlama cümlelerini sayın. Ne kadar az olduğunu fark edeceksiniz.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Kim bize çok yakınsa, kim en çok sevgimizi hak ediyorsa, kim en değerli, kıymetliyse hep sona bırakıyoruz. Bu vefasızlığımızın faturasını sanki onlar hak ediyormuşçasına “ o yabancı değil!” diyoruz.
Yabancımız olmayan ama hiçbir zaman yakınımızda tutmadığınız sevdiklerinizi düşünün. Hep sona bıraktığınız, beklettiğiniz ve cepte olarak bildiklerinizi…İhmal ettiklerinizi, etmeye devam ettiklerinizi. O yabancı değil, idare eder dediklerinizi…
Yedi yabancıya gösterdiğimiz hoşgörü ve anlayışı, hayatımızın merkezindeki eşimizden, ailemizden esirgeyişinizi. Bir yabancıya kurduğumuz sofrayı ve sofradaki özeni en sevdiklerimize sergilemediğinizi...
OYSA; En çok özeni yakınlarımıza, bizi sevenlere, sevdiklerimize göstermek ne kadar kolaydır. En güzel sözler, en güzel sofralar, en önemli zamanlar sevdiklerimize armağan edilmeli. En büyük sabır, heyecan, ilgi ve alaka sevdiklerimize gösterilmeli. Paylaşılması gereken her şey, küçükte olsa, önemsizde sayılsa yakınlarımızla olmalı.
En özel köşelerimiz sadece misafirler için olmasın. Enlerimiz sevip saydıklarımız, dost, arkadaş ve canlarımız için olsun. Tatillerimiz, bayramlarımız, eğlencelerimiz canlarımızla olsun. Birisinin canı sağ olacaksa sevdiklerimizin olsun…
Zamana bırakmayın, çünkü zamanınız var mı bilmiyorsunuz. Geçmiş, geçmişte kaldı bunu biliyoruz ama geleceği bilmiyoruz. Öyleyse şu an var ve şu anı yaşıyoruz. Gelecek, bugünden oluşmaya başlıyor. Düşünceleriniz, duyularınız ve eylemleriniz yarınınızı örecek. Ve yarındaki önceliğiniz sevgi olsun, saygı olsun, size değer verenler olsun.
“Problemleri, onlara sebep olan düşünce yapısıyla asla çözemeyiz” demiş Einstein. Bir problem var, sevgisizlik ve bunu gösterme şekli ve zamanıyla alakalı olarak “ÖNCELİK” problemimiz. Önceliklerinize kendiniz karar verin ama içinizdeki “SEVGİ”’ yi asla soğutmayın. O’nu hak edenlere, yerinde ve zamanında teslim edin. Ertelemeyin çünkü bunu gösterebilmek için zamanınız olmayabilir…
İkinci olarak da, isteklerimiz doğrultusunda yaşamanın bizi mutlu etmeye yetmeyeceğini ifade etmeye çalışacağım. Bunu da şu soruyu sorarak sizin kararınıza bırakacağım. En çok ne zaman mutlu oluyorsunuz?
Pascal “Sadece gelecekteki mutluluğumuzun hayalini kurarken gerçekten mutlu oluruz” demişti. Çünkü biliyordu ki isteklerimizi elde ettiğimizde artık onu istememeye başlıyoruz. Eksik olan şey aranır ve tamamlanmak için gayret gösterilir. Bu sırada insanı mutlu eden şey; istenilen şeyin eksikliğinin tamamlanması hayalidir.
Yani insanın ne istediğine ve dilediğine dikkat etmesi gerekiyor. Çünkü “avlanmak, öldürmekten zevklidir“ ve bizi üzecek tek şey, sahip olduğunda artık onu istememenin vereceği ruh halidir. Bu ruh hali bizi sürekli eksik ve mutsuz edecektir.
Öyleyse ne yapalım?
Gerçek insan olmaya çalışalım. Fikirler ve idealler için yaşayalım. Hayatımızda bizi seven ve değer verenlere en kıymetli şeyimizi, zamanımızı ayıralım. Yaşadığımız süreyi samimi, şefkat ve özveri anlarıyla dolduralım. Lakin, hayatımızı ve insan olarak bizi önemli hale getirecek tek şeyin, diğer insanların yaşamına verebildiğimiz ve katabildiğimiz değer olacağını unutmayalım...
Sorgulamanın, akletmenin ve sevginin zevkine doyasıya vardığınız bir hayat dileğiyle; saygı, hoşgörü ve bilgi ile kalın diyor afetsiz günler diliyorum…