Kalp umut eder, beyin gerçeği bilirmiş. Bunun farkına varmanın çaresizliği ise çıkmaz sokakta ikamet etmekmiş. Ve kalp alışırken acı çekmelere, ümitler hep hayale dalarmış! Hayaller kırılmak için varken, kalp kendi ritminde umarsızca kasılmasına devam edermiş!
Ben hüznü çok sevdim. Çünkü çok bulaştım ona. İnsan bulaştıklarıymış. Hayatın hep gri tarafındaydım çünkü. Şairin dediği gibi; silik yeşil, soluk sarı, paslı kırmızı, ne kadar hüzün rengi varsa hepsi bendim! Yeni mevsimlere nöbeti hiç devredemedim. Hep uzaktan baktım o yabancı diyarlara…
Bildiğim, içine doğduğum yerdi aslında hüzün! Hüzünlüydüm ben, hüzündüm. O yüzdendir başka renklere uzak, başka renklersiz yaşamışlığım. Ve ondandır başka renkleri bilmemişliğim…
Çok hikayem var anlatacak. Çünkü hayat beni hep terk etti, öksüz bıraktı. Ve acı gidenin değil kalanın hikayesi, kalanın sermayesiymiş. Gidenin bıraktığını kalan anlatacakmış. Bir yerden okumuştum, “insan olmaz, oluşur” diye. Acılar bunun sosu, hüzün de tuzu biberi, vesikalık resmiymiş…
Hep mevsimler arasında dolaştım, dört zamanın içinde yoğruldum. Sevdiğim gülümsedi, ben yazı yaşadım. O mutluyken, ilkbahardım. Benden ıradı sonbahar, bıraktı gitti aniden kış oldum. Ama hiç pişman olmadım. Hep yenildim ama yenilendim. “O gülüşe yine yenilirim” dedim. Tuhaf değil mi hiç sahip olmadığın birisini kaybetmek? Ve her kaybettiğinde, kâr’ a geçmek yitiklerinden. Ve biraz daha hüzünkâr olmak…
İnsan insana emanettir ve olaylara çarpa çarpa büyürmüş. Deneyimler, tecrübe kazanır ve öğrenilirmiş. Doğru ve yanlışlarını alt alta koyup kâr zarar hesabı yapar, yaşadıklarından çıkardığı sonucu kelimelere giydirir, anlam yüklermiş. “Tanıdım”, “İnandım”, “Güvendim” dermiş. Bir şey daha söyler, “Sevdim”, dermiş. Fakat hayat dediğimiz sınavda, sen de bilirmişsin ki bir yanlış üç doğruyu götürürmüş. “Gün gelir mendil satan çocuk da öcünü alır yeşil ışıktan” der, arkana bakmadan yelken açarmışsın, yalnızlığın ve hüznün en büyük adasına doğru…
"Öyle büyümüş ki içimizdeki yalnızlık. Sevilmeyi beklerken, beklemeyi sevmişiz." diyen Cemal Süreya gibi yalnızlığın hüznünü sevdim ben. İçimdeki sokaklar hep dar geldi bana. Dışarıdaki dünya zaten yoktu. Üstelik en zoruydu sevmeyenin seveni, renklilerin renksizi olmak! Ama ben yeni yeni her şeyi hüzne sığdıracakmış gibi biriktiriyorum. Hatırlıyorum “geceleri uyuyamayan insanların gündüzlere sığmayan acıları vardır” diyen şairlerin hüzün dolu yaşamlarını.
Her ne olursa olsun, beni hüzünle tanıştıran her şeye, olay ve nesneye teşekkür ediyorum. İlkbahar güzeldir elbet. Doğanın bütün güzellikleriyle kendini göz önüne çıkartması harikadır, göz kamaştırır, bütün duyguları uçurur. Baharın ne kadar güzel, canlı rengi varsa hüzün de onların olgunluğu, yaşanmışlıklarıdır. Bana nasılsın, ne yapıyorsun diye sorma! İlkbaharın, yazın eskittiği sonbaharı bekliyorum. Ben çiçeklerdeki silik sarı, paslı kırmızıyı bekliyorum. Bütün pastel renklerin yorulmuşunu, gün kurusunu ve rüzgârın yıprattığı solgunluğu bekliyorum.
Ve hüzün, sen bana ne diyorsun bilmiyorum ama ben, bu yazının altına herkesin çağırdığı ismimi yazıyor, seni gözlemeye, beklemeye ve özlemeye devam ediyorum. Gelmeye devam et artık…
Hüseyin…