Zihin beynimizin duyu organlarıyla aldığı verileri işlediği ve bilgiye çevirdiği yerdir. Zihnimizde öğrendiğimiz ve karşımıza çıkan her türlü verinin işlenmesi ve bilgiye dönüştürülebilmesi için daha önceden onlara ait kalıpların, şablonların bulunması gerekir. İşte bu kalıp ve şablonlarımızın adı kültürel kodlardır. Karşılaştığımız yeni bir şeyle ilgili zihnimizde daha önceden bir kalıp ve şablon yoksa onu algılayamayız. Ancak bizim algılamadığımızı başka kültürün temsilcilerinin algılıyor olmasının temel nedeni de o kültürde söz konusu enformasyonu işleyebilecek kodların bulunmasıdır. Bu konuyla alakalı bu hikâye konuyu daha iyi özetleyecektir sanırım.
Hindistan’dan bir fil getirilerek karanlık bir ahıra konmuş. Yöre halkı daha önce görmediği ve bilmediği bu hayvanı merak etmiş. Sahiplerinden rica etmişler ve zindan gibi karanlık ahıra girerek meraklarını gidermek istemişler. Ancak ahır o kadar karanlıkmış ki fili çıplak gözle görmek mümkün olmamış ve elleriyle dokunmaya, tanımaya çalışmışlar.
Filin hortumunu elleyen “fil oluk gibi bir şeydir” demiş. Başka birisi filin kulağını tutmuş ve “fil bir yelpazedir” demiş. Filin bacaklarına dokunan birisi “fil bir sütunu andırıyor” derken filin gövdesine elini koyan “hepiniz yanılıyorsunuz, fil taht gibi bir şey” demiş.
Sizin anlayacağınız file dokunan herkes, nereye dokunduysa fili daha önceden kendi zihninde olan bir nesneye benzetmiş ve tarif etmiş. Böylece bizim bildiğimiz fil kimine göre yelpaze(!) kimine göre de taht (!) oluvermiş.
Oysa fili daha önce görmüş, tanımış ve dokunmuş birisi karanlıkta da olsa dokunduğu bu hayvanın fil olduğunu kolayca anlayabilirdi. Buradan şu sonuca varabiliriz diye düşünmekteyim. İnsanlar kültürlerine göre düşünür, kültürlerine göre algılar, yorumlar ve anlamlandırırlar. Bu anlamlandırmada en önemli etken kişinin daha önceki bilişsel yapısıdır.
Kültür farklılıklarının toplumdan topluma değiştiğini biliyoruz. Bu nedenle bir ülkede başarılı olmuş eğitim öğretim yöntemlerinin, kültürel kodlarının bir başka ülkede uygulanması başarıyı getirmez. Çünkü nasıl öğrenmemiz gerektiği kendi kültürel kodlarımızda, kendi bilişsel yapımızda mevcuttur. Başka bir kültürel kod ya da bilişsel yapının yöntemi tam tersi etki ortaya çıkartabilir.
En son yaşadığımız orman yangınları ve özellikle yaşadığım Bursa’da meydana gelen bu afetle ilgili sosyal medya ile televizyon kanallarında o kadar çok yorum yapılıp, haber yayınlandı ki… Teknoloji vasıtasıyla bilişsel yapımızla ve kültürel kodlarımızla alakalı içinde bulunduğumuz durumun resmini bir daha görmek nasip oldu. Ama bu resim hayal dünyamızda engin, zengin ve derin bir ufuk açılmasına sebep olmadı.
-Ders alıcı söylemler yerine kızgınlık, öfke, nefret ve kin dolu eylemler…
-Birlik ve beraberlik sağlayıcı mesajlar yerine ayrıştırıcı, ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı cümleler…
-Afetlerin siyaset üstü durumlar olduğunu unutup, siyasi çıkar sağlamak amaçlı görüntü ve oynanan tiyatrolar…
-Onlar ve bizler…
-Ekosistemde başka canlı yokmuşçasına yaşadığını unutup ağacın, kuşun, böceğin derdiyle dertlendiğini sahte paylaşımlarla samimiyetsizce ilan etmeler…
Ve en bilindik klişe söz olan CİĞERLERİMİZ YANDI! saçmalığı ve sahteliği arkasına gizlenmiş kalıp üzüntüler…
Ve daha neler de neler…
Hiç endişe etmeyin, üç gün sonra hepsi balon gibi söner ve kaybolup gider. Film yeniden başlar, herkes eski rolüne bürünür yaşamına kaldığı yerden devam eder.
Halbuki herkesin elinde bir mum olsaydı FİL’ in ne olduğunu anlardı ve sözleri birbirini üzmez, birbiriyle çelişmezdi…
Samimi bir yaşam ve afetsiz günler dileğiyle…