Kalabalıkların içinde sıkışıp kaldığında, kaçmak istediğinde ve huzur aradığında Turgut Uyar gibi koşarsın sonsuzluğun koynuna: “Göğe bakalım…”
Gökyüzünün sakinlerini her gün aynı dakikalarda hep aynı yerde gibi görürüz. Analemma, yıl boyunca her gün aynı saatte ve aynı yerden Güneş’in gökyüzündeki konumunu fotoğrafladığında ortaya çıkan sonsuzluk simgesine benzeyen (∞) bir şekildir. Bu eğri, genellikle 8 rakamına ya da bir damla şekline benzer ve Güneş’in gökyüzündeki açısal konumunun değişimini gösterir. Sanatta, bilimde ve doğayla bağlantılı kültürel pratiklerde zamanın döngüselliğini ve kusursuz olmayan simetrisini simgeler.
Güneş’in her gün aynı saatte aynı yerden geçmesini bekleriz ama aynı saatte bile farklıdır her yeni günde. Tıpkı insanın kendisi gibi. Analemma, tekrar edenin bile tam aynı olmadığını kanıtlar. Bu, felsefenin temel sorularından birini yankılar: “Aynı nehirde iki kez yıkanabilir misin?” – Herakleitos
Analemma da gökyüzünün Herakleitos’udur.
İnsan zihni düz çizgiler ister:
Doğum → Büyüme → Ölüm.
Sabah → Öğle → Akşam.
Ama Analemma, evrensel yasayı hatırlatır: Kusursuzluk, düzensizliğin içinde doğar.
8 şekli; mükemmel bir sonsuzluk simgesi gibi görünür ama aslında iki farklı eğrinin çarpışmasıdır:
Eksen eğikliği ve yörünge elipsliği.
Bu çarpışma, varoluşun çelişkili doğasını gösterir: “İrade ve yazgı”, “Kaos ve düzen”, “Bilinç ve sezgi”.
Psikolojide de iyileşme çizgisel değil, analemmatiktir. Kişi, belli olaylara tekrar tekrar döner; ama her seferinde bir miktar farklılaşmış bir bakışla. Bir travma unutulmaz belki ama onunla kurulan ilişki değişebilir.
Tıpkı Güneş’in her gün gökyüzünde biraz farklı bir açıyla durması gibi.
DNA sarmalı, bir çift sarmal spiraldir; tıpkı analemmanın eğrileri gibi. İnsanın bedensel yapısındaki bu spiral, gökyüzündeki spiral izlerle sürpriz bir benzerlik taşır. Analemma böylece sadece zamanı değil, yaşamın biçimini de sembolize eder. Makrokozmos (evren) ile mikrokozmos (insan) arasında köprü kurar.
Her sabah aynı düşünceyle uyanırsın belki: “Yine aynı hayat.” Ama o düşünce, fark etmesen de, dünküyle birebir aynı değildir. Çünkü sen artık dünün hücreleriyle yaşamıyorsun.
Nöronlar farklı ateşleniyor, bağlar kopuyor ya da yenileri kuruluyor. Bu mikro değişimler, zihin analemmasıdır: Aynı görünen ama aslında sürekli sapma içeren düşünce eğrileri.
Bir insanı yıllar sonra tekrar gördüğünde, aynı gözlerle bakamazsın. Ne o aynı kişidir,
ne sen. İlişkiler de analemma gibidir. Her döndüğünde aynı kalıba girecek sanırsın ama her seferinde başka bir sapmayla geri gelir: Bazen uzaklaşır, bazen daha da yakınlaşır. “Seni seviyorum” cümlesi bile, her tekrarında farklı bir yürekten yine farklı bir yüreğe söylenir.
Bir travmayla başa çıkmaya çalışırken hep aynı döngüye döndüğünü hissedebilirsin: Aynı korkular, aynı tetikleyiciler, aynı kabuklar. Ama dikkatli bakarsan, her dönüşte farklı bir farkındalıkla yaklaştığını fark edersin. Bu da ruhsal analemma’dır: İyileşme düz bir yol değil, zamanla genişleyen, bazen daralan ama her defasında başka bir iç derinlikten geçen eğri bir haritadır.
Bazen aynı soruyu kendine sorarsın:
“Bu işi bırakmalı mıyım?”
“Burada mı yaşamalıyım?”
Cevaplar değişir. Çünkü sen değişmişsindir. Güneş, her gün başka bir açıda durduğu gibi,
bilincin de başka bir noktadadır.
Bir anıyı her hatırladığında, onu yeniden şekillendirirsin. Geçmişin sabit değil; zihinsel gökyüzünde kıvrılan bir Güneş gibi, her seferinde yeni bir konuma düşer. Hatırladığın sen değilsin, hatırlarken yeniden yarattığın sensin.
Bir şeye olan arzun da asla sabit değildir. Aynı müziği dinlersin, ama seni başka yerinden yakar. Aynı işi yaparsın, ama bir gün büyülenir, bir gün boğulursun. Çünkü arzular da analemma çizer. Onlar da duygusal yörüngede sapar, kendilerini yeniden tanımlar.
Analemma, bizim mükemmel daireler değil; kırık döngüler, çarpık zamanlar ve yine de derinleşen farkındalıklar içinde olduğumuzu gösterir. Tıpkı hayat gibi: Aynı şeyleri yaşarız, ama aynı kişi olarak değil. Aynı kelimeleri duyarız, ama farklı yerimizden sarsılırız. Aynı gökyüzüne bakarız, ama Güneş başka bir iz bırakır.
Ve bu yüzden hayat düz bir çizgi değil, gökyüzüne yazılmış bir felsefedir. Yaşadığımız sevinci, mutluluğu ya da acılarımızı bir daha asla aynı şekilde hissedemeyiz çünkü bizler de dahil her şey geçicidir. Tam da bu farkındalıkla geçmişte saplanıp kalmadan ama gelecek için yersiz korkular duymadan elimizdeki anı değerli ve yaşanabilir hale getirmeye çalışalım.
“Bir kez geçer,
bir insan bir karşı'ya,
ondan sonra,
artık her-şey karşı'dır.“
-Özdemir Asaf-
Geçtiğiniz karşı’lardan memnun olup Sevgi’yle kalın…