Tarihte bilinen ilk seri katillerden biri olan Antik Yunanlı misafirperver haydut Prokrustes evinde ağırladığı kişileri kendi ölçülerine uygun yatağında yatırır. Yolcu yatağa göre uzunsa bacaklarını kesip, kısaysa gerip uzatmaya çalışarak demir yatağına uygun hale getirmeye çalışır. Acıyla, zorla, şiddetle insanı kendi kalıbına uydurmayı düşünebilirken, var olanı kabul etmeyi ya da herkesin kendi yatağına uygun olduğunu aklına bile getirmez. Bu yatak yalnızca bir işkence aracı değil, standart dayatmasının sembolüdür.
Yaşadığımız çağda bu yatak demirden değil; ideolojiden, inançtan, medyadan, bilimsellikten yapılmıştır. Dolayısıyla Prokrustes ölmedi, sadece isim değiştirdi ve bu yataklara yatırılanlar artık “toplum mühendisliği” adı altında şekillendirilen insanlardır.
Seçemeyip içine doğduğumuz ailemizdir karşımıza çıkan ilk Prokrustes. Büyüklerimizin giyindiği şekilde giymeli, onların kelimeleri ile konuşmalı, inandıkları dini sorgusuz sualsiz kabul etmeli, seçtikleri siyasi partiye oy vermeli ve hatta tuttukları takımı desteklemeliyiz. Herhangi bir konudaki farklı görüşümüz için uygulayabilecekleri ceza veya yaptırımlar ile uzuvlarımız kesilmese de ruhumuzun derinliklerinde iyileşmeyecek yaraları miras bırakırlar.
Ailemizden sonraki basamak eğitim sisteminin kalıplarıdır: “zorunlu” seçmeli dersler, bu derslerin içeriği, değerlendirme adına uygulanan standart testler ve hatta öğreticilerin kişisel inanç ve görüşleri öğrenmeye Prokrustes yaklaşımını dayatır. Öğrenciler, ezbere dayalı bir şekilde, standart bir test puanı gibi tek bir başarı ölçütüne bağlı kalmaya zorlanır. Bireysel yetenekleri, öğrenme stilleri ve ilgi alanları göz ardı edilir. Eğitimin değil öğretimin, yaratıcılığın değil uyumun, çeşitliliğin değil tek sesliliğin önemsendiği bu sistem öğrencileri keşfetme, öğrenme ve üretme amacından uzaklaştırır ve potansiyellerini köreltir.
Ruhu inceltmenin kişisel bir arayışı olan inanç da kurumsallaştıkça, sorgulamadan itaatin bir aracına dönüşür. Din içsel huzurun ve özgürlüğün değil dışsal uyumun kalesi haline gelir. Kimin neye inanacağı, nasıl ibadet edeceği, nasıl giyineceği, nasıl seveceği o görünmez yatağın boyutlarına göre belirlenir. Amaçlanan; içtenlikle inanan ve bu inancıyla hem kendini hem de dünyayı daha iyi hale getirmeye çabalayan insanlar değil “uyumlu müminler”dir.
Aynı amaç için yola çıkan inançlılar içerisindeki çok seslilik veya farklı yorumlar ya yok sayılır ya da “sapkınlık”la yaftalanır. Tıpkı Prokrustes’in uzun yolcuları gibi, ruhu büyük olanlar kesilir, sorgulamayanlar ise işkenceden kurtulan, kalıba uygun olanlardır.
Yönetme gücünü elinde bulunduran iktidarlar da, tarih boyunca halkı hizaya getirme arzusuyla hareket etmiştir. İktidarın törpü aracı olarak kullanılan hukuk, eğitim ve ekonomi gibi sistemler; insanları Prokrustes’in yatağına yatırır. Aykırı düşünen akademisyenler, farklı davranan sanatçılar, sıradışı yaşayan bireyler… Onların varlığı “tehdit” olarak görülür. İstenen sistemin çıkarına göre uyarlanmış bir insan modelidir: itaatkâr, üretken, sorgusuz, hesap sormayan. Yani tam da yatağa sığan, vatandaş değil kalıba sokulmuş bir kul kitlesi…
Bilgilendirme, eğitme, farkındalık oluşturma, uyarma ve eğlendirme amacı olan medya, artık yalnızca bilgi taşıyan bir kanal değil; bir şekillendirme aracına dönüşmüştür. Ne izleyeceğimizi, ne düşüneceğimizi, neye kızıp neye üzüleceğimizi, kimin güzel ya da çirkin olduğunu belirlerken bizi homojen bir duygu ve düşünce formuna sokmaya çalışır. Gerçeklerin değil istenilen görüntülerin yatağı olan bu Prokrustes algoritması “trend” olanı öne çıkarır, “marjinal” olanı bastırır. Derinliği olan düşünceler fazla gelir, kesilir. Sığ olanlar genişletilir, şişirilir.
Bilimsel veriler, mantıklı araştırmalar ve ihtimalleri göz önünde bulundurarak bir sonuca ulaşma, insanların hastalıklarını anlayıp tedavi etme şeklinde özetleyebileceğimiz tıp bilimi de belli yönleri ile reçeteli çalışan Prokrustes yatağıdır. Bireylerin farklılığı değil, yine yetkili ellerce belirlenmiş normalliğe uyması teşvik edilir. Ruh sağlığı tanımları, beden algıları, ilaç kullanımları hep bir “ortalama insan” ideali etrafında döner.
İnsanı farklı çözüm arayışlarına iten, iç dünyasında keşfe çıkaran kaygı, stres, depresyon, öfke gibi duygular “aşırı ve zararlı” kabul edilerek “ilaçla törpülenmesi gereken bozukluklar” olarak görülür; Freud’un “Gidecek yeri olmayan sevgidir.” dediği yas bile…
Antik Yunanda Prokrustes’in yatağı ile “mutlaklaşan ölçü” çağımızda insanı yönetebilme gücü olan aile, din, iktidar, medya ve bilim eliyle sadece fiziksel olmaktan çıkıp zihinsel ve toplumsal yataklara dönüşmüştür. Bu yataklardaki “tek tip insan” arzusu, insanı değil, sistemi yaşatmayı amaçlar. Farklı olanı hizaya getirmek, aykırıyı törpülemek, sıradışıyı susturmak için bin bir biçimde uzatılan ya da kesilen insanlık, bu kez modern Prokrustes’lerin ellerinde şekillendiriliyor.
Kişisel ve toplumsal özgürlüğümüze kalıplaşmış yataklara sığmaya çabalayarak değil, bu dayatmaları sorgulayarak ulaşabiliriz. Modern Prokrustes’lere kendimiz olarak, farklılıklarımızı kabul ederek, başkalarının yataklarını değiştirmeden, herkesin kendine göre yaşama hakkını savunarak direnebiliriz.
Sevgi’yle kalın…