Merhabalar…
Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, bugün bu sessizliği daha fazla uzatmaya gönlüm razı olmadı. Çünkü bugün, ülkemde onurlu ve saygın bir mesleğin kutlandığı 24 Kasım Öğretmenler Günü… Hâliyle zihnim, fikrim ve sözcüklerim kendi aralarında fısıldaşarak bu suskunluğu bozmak için adeta el ele verdiler ve beni yeniden klavyenin başına davet ettiler.
Ben bu mesleğe bir gün aniden düşmedim… Çocukluğumdan beri içimde büyüyen bir ses vardı: “Sınıf öğretmeni olacaksın.” Sonra hayat kendi yolunu çizdi, yollar edebiyata döndü, kelimelerle yoğruldum; ama o ses hiç susmadı. Çünkü öğretmenlik, bir kez gönlüne düşerse gölgen olur; nereye gidersen seninle gelir.
Severek başladım bu yolculuğa. Hem de öyle “seviyorum” diyerek değil; içimden taşarak, gönlümden kabararak… Yıllarca aynı tutkuyla çalıştım. Çocukların gözlerindeki ışığa bakınca, insanın kendine bile itiraf edemediği yorgunluklar eriyip gidiyor. Öğretmenlik böyle bir şey: Kendi hikâyeni, başkalarının geleceğine dönüştürdüğün o ince çizgi.
İlk öğretmen olmaya karar verdiğimde, ülkemin bir köy okulunda çalışmayı hayal etmiştim. Ama hayatın yolları beni farklı bir yöne sürükledi; devlette atanmak mümkün olmadı. Yine de bu, mesleğe olan sevgimi ve tutkumun yönünü asla değiştirmedi. Hatta özel sektörde devam ettim. Özel öğretime karşı duruşuma rağmen bugün bir özel okulun kurucu öğretmeni oldum. Bu çelişkiyi içimde uzun zaman taşıdım; hâlâ taşıyorum. Ama anladım ki nerede olursam olayım, çocuklarla kurduğum bağ aynı bağ… Öğretmenlik, mekânı ve sistemi aşan bir ruhtur.
24 Kasım sabahı okula gittiğimde hep aynı dilek düşer içime:
Keşke memleketimin bütün çocukları eşit eğitim hakkına sahip olsaydı…
Keşke her sınıfta eşit umutlar yeşerseydi…
Keşke imkânın kaderi belirlemediği bir ülkede yaşasaydık…
Gerçekler acıttıkça içimdeki öğretmen daha çok konuşuyor. Çünkü adaletsizlik bir çocuğun gözündeki ışığı söndürdüğünde, aslında toplumun geleceğinden bir renk eksiliyor. Ve bu eksilmeyi her yıl biraz daha hissediyorum.
Bugün, şiddetin gölgesinde kaldığı için aramızdan koparılan öğretmenleri de anıyorum. Mesleğini tutkuyla yapan, sırf öğretmen olduğu için hedef alınan, haksızlık ve ihmallerin kurbanı olan tüm şehit öğretmenlerimizi… Onların yokluğu yalnızca ailelerinde değil, öğrencilerinde ve bu ülkenin vicdanında birer boşluk olarak duruyor.
Ve elbette… Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk.
Eğitimi bir milletin geleceğini kuran en güçlü devrim sayan o büyük lider…
Bize çağdaş, özgür, eleştirel düşüncenin kapılarını açtığı için; bugün hâlâ ışığını taşıyabildiğimiz bir eğitim anlayışı bıraktığı için minnet, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Biliyorum… Bugün şartlar zor, yollar engebeli, yük ağır. Çünkü yapay zekâ ve teknolojinin hızla gelişmesi, eğitim araçlarının çeşitlenmesi öğretmenliğin bazı yönlerinin “otomatikleşebileceğini” düşündürse de hiçbir makine bir çocuğun gözündeki merakı, elini tutarken verdiğiniz güveni veya sınıfta doğan o sessiz mucizeyi yaratamaz. Öğretmenlik, ruhun ve yüreğin işlediği bir sanattır; bu asla yapay zekâya devredilemez.
Ve inanıyorum:
Bir gün, öğretmenlik bu ülkede hak ettiği değeri görecek.
Bir gün, çocuklar eşit koşullarda eğitim alacak.
Bir gün, biz öğretmenlerin özverisi yalnızca alkışlarla değil, adaletle, imkânla, saygıyla karşılık bulacak.
O güne kadar…
Biz yine sınıfa gireceğiz.
Yine ışığa koşacağız.
Ve yine geleceği büyüteceğiz.
Tüm meslektaşlarımın Öğretmenler Günü kutlu olsun.
Yüreğiyle öğretenlere selam olsun.