Köy… Mis kokulu rüzgârla birlikte şafak söküyor, dağların tepesinden güneş göz kırpmaya başlıyor…
Ve
Köyün içinden yavaş yavaş bir hareketlilik baş gösteriyor.
Bir kapı gıcırtısı duyuluyor önce… Ardından içerden dışarıya seslenen bir dede:
“Hadi oğlum, suya geç kalma…”
Bir nine mutfağa yöneliyor; kahvaltılıkları hazırlarken torununa sesleniyor:
“Uyan hele güzel kuzum, bak çayı koydum bile…”
Ocakta kaynayan süt, köy ekmeğinin çıtırtısıyla buluşuyor.
Bir evin avlusunda bidonlar sıraya diziliyor, diğerinde sofralar kuruluyor.
Tarlaya gidecek olan çapasını arıyor, tarlaya su koşacak olan, küreğini…
Oduna gidecek olan, kahvaltıdan önce baltasını gözden geçiriyor.
Hayatın telaşı değil bu; hayatın ta kendisi.
Sabah, şehirde bir zorunluluk gibi başlarken, köyde bir anlamla doğuyor.
Burada sabahlar sadece günün değil, umudun da başlangıcı…
Ayşe teyze çapasını omzuna atmış, toprağına selam veriyor. Mehmet amca el arabasına kürekle gübre yüklüyor. Sessiz ama büyük bir dirayetle üretmeye başlıyorlar. Para için değil, ihtiyaç için; gösteriş için değil, geçim için…
Ve en önemlisi: Başkasına değil, toprağa muhtaç olduklarını bilerek.
Burada zaman başka akıyor. Gün saatle değil, güneşle ölçülüyor. Mevsimler takvimle değil, toprakla okunuyor. Sabah çiğinden toprağın açlığı anlaşılır, rüzgârın yönünden havanın dili çözülür.
Ekmek fırından alınmaz burada; unu bilen yoğurur, ateşi bilen yakar.
Aynı saatlerde şehirde başka bir hikâye başlıyor:
Uyanmak istemeyen bedenler, uyanmak zorunda kalan zihinler…
Metro durakları, kahve kuyrukları, korna sesleri ve silik yüzler…
Yaşamak, çalışmanın içinde kaybolmuş.
İnsanlar artık yaşamıyor; sadece sabrediyor.
Gülümsediğinde bile acele eden, yorgunlukla gülümseyen insanlar…
Ve zamanla unutulan sorular:
“Ben kimdim?”
“Ne için çalışıyordum?”
“Bu mudur hayat?”
Ama köyde başka bir ritim var.
Ayşe teyze sabah güneşe bakarak dua ediyor:
“Toprağım kurumasın, torunum aç kalmasın.”
Bir başka köyde Zeynep sabun yapıyor, reçel kaynatıyor, internetten satış yapıyor.
Mustafa, babasının bahçesini yeniden yeşertiyor.
Çünkü diyor ki:
“Şehirde çalışmak hayatta kalmak için, burada üretmek yaşamak için.”
Gençler traktör sürmeyi, ağaç budamayı, yağmurdan önce domates toplamayı öğreniyor.
Çocuklar tabletten çok solucanları tanıyor.
Kirleniyorlar, evet. Ama doğayla kirlenmek, ruhu temizliyor.
Peki biz hangisini seçiyoruz?
Köyleri terk ederek mi gelişiyoruz,
Yoksa kendimizi terk ederek mi çürüyoruz?
Bugün şehirde insanlar kendini kaybetmiş.
Sahip oldukça boşlukları büyümüş.
Yüzler gülse de gözler suskun.
Kafeler dolu ama sohbet yok.
Binalar yükseliyor ama gökyüzü yok.
Oysa köyde her şey daha sade ama daha gerçek.
Ayşe teyzenin bir buçuk dönüm tarlası var.
Yaz-kış bakıyor. Domates, biber, fasulye ekiyor.
Sadece kendine değil, komşusuna da yetiyor.
Çünkü paylaşmak hâlâ var burada.
Yardım istemek ayıp değil; vermemek ayıp.
Şehirde toprağı elinden alınan köylü,
Köyde toprağını sabırla yaşatan üreticiden ne öğrenebilir?
Adaletin yalnız güçlüye çalıştığı bir düzende,
Gerçekten ayakta kalan kimdir?
Bir yanda şirketler uğruna yağmalanan dereler,
Bir yanda dere suyuyla toprağını besleyen insanlar…
Bir yanda betona gömülen hayatlar,
Bir yanda çamura basarak yaşama tutunanlar…
Bunca yıkımın ortasında, neden köylüler hâlâ sabahın köründe uyanıp üretmeye devam ediyor?
Sorunun cevabı çok basit:
Çünkü hâlâ umut var.
Çünkü “başka bir düzen” hâlâ köylerde nefes alıyor.
Yeter ki onu duyacak kulağımız,
İlham alacak gözümüz,
Yürümeye cesaret edecek yüreğimiz olsun.
Neden olmasın?
• Şehirli gençlerle üreticileri buluşturan “şehir-köy kardeşliği” projeleri başlatılsa…
• Her mahallede doğrudan üreticiden alınan ürünlerle çalışan kooperatifler kurularak hem üretici hem tüketici kazansa…
• Kente göç eden gençler, kırsala dönmek istediğinde devlet destekli kırsal kalkınma bursları ve mikro sermaye fonlarıyla desteklense…
• Okullarda yalnızca sınav değil, “toprakla öğrenme”, “gıda hakkı”, “doğa bilinci” gibi dersler zorunlu hale gelse…
• Zeytinlikleri, meraları, ormanları korumak için yerel halkın karar hakkı yasal güvence altına alınsa…
• Her köyde bir kültürel hafıza merkezi kurularak gençler, yaşlılardan sadece masal değil, hayat bilgisi de dinlese…
Belki de bir sabah,
Şehirden köye değil,
İnsandan insana,
Yarından umuda uyanırız.